
Yozgat'ın soğuk rüzgarları, bugün bir başka esiyordu. Sanki gökyüzü bile biliyordu o küçük mezarın başında toplananların neden orada olduğunu. Dokuz uzun yıl geçmişti ama acı hâlâ taptaze, hâlâ yakıcı.
O günü hatırlayanlar için zaman durmuştu adeta. 2016'nın o karanlık gününde, henüz 10 yaşındaki Aysenur'un hayatı hunharca sonlandırılmıştı. Masumiyetin simgesiydi o, oyun oynamayı seven, gözlerinde hayalleri parlayan bir çocuktu.
Gözyaşları ve Çiçeklerle Dolu Bir Anma
Mezar taşına dokunan annenin titreyen elleri... Babaanne Meryem Çetin'in sessiz çığlıkları... İnsanın içini acıtan sahnelerdi bunlar. "Her gün geliyorum mezarına" diyordu babaannesinin sesi titreyerek, "ama bugün daha bir ağır geliyor yükü".
Çiçeklerle süslenmiş mezar, adeta hayat doluymuşçasına renkliydi. Ama her bir çiçeğin ardında yatan hüzün, orada bulunan herkesin yüreğine işliyordu. Komşular, akrabalar, Aysenur'u hiç tanımamış ama hikayesini yüreğine kazımış insanlar... Hepsi oradaydı.
Adalet Bekleyen Sorular
Dokuz yıl geçmişti peki ya adalet? Aile aynı soruyu soruyordu: "Neden?". Küçük bir çocuğun hayatını almak nasıl bir insanlıktı? Cevap yoktu. Sadece boşlukta kalan sorular ve bitmeyen bir acı vardı.
Babaannenin sözleri hâlâ kulaklarda çınlıyor: "Allah kimseye evlat acısı göstermesin". Bir annenin yüreğinden kopup gelen bu dua, belki de tüm annelerin ortak dileğiydi.
Unutulmayacak Bir Anı
Orada, o soğuk mezarlıkta, sadece bir çocuk anılmıyordu aslında. Masumiyet anılıyordu. İyilik anılıyordu. Ve belki de en önemlisi, adalet arayışı devam ediyordu.
Aysenur'un hikayesi, sadece Yozgat'ın değil, tüm Türkiye'nin yüreğinde bir yara. Unutmadık, unutmayacağız. Çünkü bazı acılar zamanla geçmiyor, sadece yaşamaya alışıyorsun.