
İzmir’in soğuk bir sabahında, adliye koridorlarında yankılanan bir ses, aslında bir ailenin paramparça oluşunun hikayesini anlatıyordu. Öyle bir hikaye ki, içinde kıskançlığın, takıntının ve sonu gelmeyen bir ıstırabın izleri var.
Olay, geçtiğimiz yılın Mayıs ayında, İzmir’in Bayraklı ilçesinde yaşandı. İddiaya göre, M.A. isimli bir erkek, önceki evliliğinden olan çocuğunu almaya giden eşi Gülşah A.’yı soğukkanlılıkla öldürdü. Silah, evlilik yüzüğünün takıldığı parmağa değil, artık sevginin değil, nefretin olduğu bir yere doğrultulmuştu.
Savcı, iddianamesinde olayı ‘kasten adam öldürme’ olarak nitelendirdi. Peki, neydi bu derece bir öfkenin sebebi? Görünüşe göre, hastalık derecesinde bir kıskançlık ve takıntı. M.A., eşinin eski eşiyle olan iletişiminden rahatsızlık duyuyor, onu sürekli kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Adeta bir kâbustu yaşadıkları.
Mahkeme Salonundaki Çarpıcı İtiraf
Duruşmada tanık ifadeleri, olayın vahametini gözler önüne serdi. Bir tanık, sanığın olaydan hemen sonra ‘Eski kocasıyla görüşüyor diye vurdum’ dediğini aktardı. Bu itiraf, öfkenin boyutunu anlamak için tek başına yeterli aslında. Öte yandan, sanık M.A. ise tutukluluk halinin devam etmemesi için yalvarırcasına ifade verdi. ‘Pişmanım’ dedi, ama artık çok geçti.
Savcı, sonuç olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep etti. Yani, bir insanın hayatını almanın bedeli, ömür boyu hapisti. Mahkeme, kararını erteledi, bir sonraki duruşma için tarih verdi. Adalet, bazen yavaş işler, ama umarım bu sefer doğruyu bulur.
Bu olay, toplumumuzda giderek artan bir soruna, aile içi şiddete ve kadın cinayetlerine bir kez daha dikkat çekti. Kıskançlık, sevginin bir göstergesi değil, bir hastalıktır. Ve maalesef, bu hastalık bazen bu kadar acı sonuçlara yol açabiliyor. Umarım, Gülşah Hanım’ın acısı, başka kadınların hayatını kurtarmak için bir ders olur.