
O korkunç gece, Karadeniz adeta küplere binmişti. Dalgalar öyle azgındı ki, sanki bin yıllık öfkesini bir gecede kusmaya ant içmişti. Gemi, bir çocuk oyuncağı gibi sallanıyordu ve her an devrilmek üzereydi.
Kaptan köşkünde ise terden sırılsıklam olmuş bir adam, imkansız bir karar vermek zorundaydı. Ya her şeyi kaybedeceklerdi ya da çılgınca bir hamle yapacaktı.
Son Umut: Denize Atmak
İşte o an, tarihe geçen o sözler döküldü dudaklarından: "Gemiyi batıracak yükü denize atarsın ki batıp da ölmeyelim." Kulağa delilik gibi gelen bu fikir, aslında mürettebatın hayatını kurtaracak tek şanslarıydı.
Mürettebat önce donup kaldı. Yükü denize atmak? Bu hem maddi kayıp hem de denizcilik kurallarına aykırıydı. Ama yaşamak için başka çareleri yoktu.
Çılgınca Bir Operasyon
Fırtınanın ortasında, her biri ölümle burun buruna, o ağır yükü denize atmaya başladılar. Her atılan parça ile gemi biraz daha hafifliyor, suyun üzerinde kalma şansları artıyordu.
Rüzgar öyle şiddetli esiyordu ki, adeta yüzlerine tokat atıyordu. Tuzlu su, gözlerini yakıyor, nefes almalarını zorlaştırıyordu. Ama pes etmediler.
Kurtuluş ve Derin Düşünceler
Son yük parçası denize düştüğünde, gemi mucizevi bir şekilde dengelendi. Batmaktan kurtulmuşlardı ama şimdi başka bir mücadele onları bekliyordu: Hasarlı gemiyle karaya ulaşmak.
O gece, o korkunç fırtınada, bir kaptanın soğukkanlılığı ve cesur kararı sayesinde hayatta kaldılar. Bazen kuralları çiğnemek, bazen de en değerli şeyleri feda etmek gerekebiliyor. Tabii eğer hayatınız söz konusuysa.
Bu hikaye, Karadeniz'in ne kadar acımasız olabileceğini ama insan zekasının ve iradesinin doğanın öfkesinden daha güçlü olabildiğini gösteren bir kanıt. Denizciler arasında nesilden nesile anlatılacak bir destana dönüştü bile.