
Gün geçmiyor ki bir kavga videosu düşmesin karşımıza sosyal medyada. Bir bakmışsınız, trafikte basit bir tartışma anında yumrukların havada uçuştuğu bir arenaya dönüşmüş. İnsan ister istemez düşünmeden edemiyor: Bu kadar kolay mı kaybediyoruz soğukkanlılığımızı?
Son günlerde ise işler daha da vahim bir hal almaya başladı. Artık sadece kavga değil, ‘vurana sen de vur’ mantığıyla hareket eden ve kendince ‘adalet’ dağıtan bir anlayış yayılıyor gibi. Peki, bu ne kadar doğru? Hukuk buna ne diyor? Vicdanlarımız rahat mı?
Hukuk Ne Diyor? Meşru Müdafaanın İnce Çizgisi
İşin hukuki boyutuna baktığımızda, Türk Ceza Kanunu’nun 25. maddesi oldukça net aslında. Meşru müdafaa; yani ‘kendini koruma hali’… Kanun, bir saldırıya uğradığınızda, o an için orantılı bir güçle kendinizi savunabileceğinizi söylüyor. Anahtar kelime burada: Orantılı.
Yani, size yumruk atana silahla karşılık vermek, kanun nezdinde ‘kendini koruma’ sayılmıyor. Bu, cezayı hafifleten bir durum olmaktan çıkıp, başka bir suça dönüşebiliyor. Ama işte mesele de burada zaten. Sokaktaki adam için o anki öfke ve korku, kanun maddelerinden çok daha ağır basabiliyor.
Sokak Ruhu ve Linç Psikolojisi: Nerede Duruyoruz?
Aslında mesele sadece hukuki değil, aynı zamanda derinden toplumsal ve psikolojik. Sosyologlar uzun zamandır uyarıyor: Toplum olarak giderek daha tahammülsüz, daha öfkeli ve linç kültürüne daha meyilli hale geliyoruz. Sokakta, trafikte, market kuyruğunda… En ufak bir sürtüşmede fitil ateşleniyor.
Peki neden? Belki de hepimiz o kadar yorgun ve gerginiz ki, patlamaya hazır birer bombaya dönüştük. Ekonomik sıkıntılar, gelecek kaygısı, siyasi gerilimler… Hepsi birleşip üzerimize bir ağırlık gibi çöküyor. Ve maalesef, bu ağırlığı en yakınımızdakine, sokaktaki yabancıya boşaltıyoruz.
Peki Ya Sonrası? Kazanan Kim?
Diyelim ki bir kavga anında ‘vurana sen de vur’ prensibini uyguladınız. Belki o an kendinizi galip hissettiniz. Peki ya sonrası? İki tarafın da yaralı, kırgın ve belki de mahkemelik olduğu bir senaryoda gerçekten kazanan var mı?
Bir düşünün… Olay yerinden ayrıldıktan sonra içinize oturan o vicdan azabı, sonraki günlerde devam eden dava süreci, avukat masrafları… Tüm bunlar, bir anlık öfkenin bedeli olarak karşımıza çıkıyor. Değdi mi?
Unutmayalım ki şiddet, asla çözüm değil. Döngüyü kırmak, ilk taşı atmamak ya da atana prim vermemekle başlıyor her şey. Biraz nefes almak, bir adım geri çekilmek ve ‘Bu kavga gerçekten değer mi?’ diye sormak belki de hepimizin ihtiyacı olan şey.
Son sözü yine hukuka bırakalım: Kendinizi koruyun evet, ama sınırı aşmayın. Çünkü kanunlar, orantısız gücü değil, akıl ve vicdanı işaret ediyor.