Sanat Dünyasında #MeToo Rüzgârı: 'Tacizin Sınırı Var mı?' Sorusu Gündemde
Sanat Dünyasında İfşa Hareketi: Tacizin Sınırı Ne?

Dünya genelinde esen rüzgâr nihayet sanatın koridorlarında da kendini hissettiriyor. Sosyal medya platformları, özellikle de X (eski Twitter), bir süredir sanat dünyasının karanlık dehlizlerinde yaşananları ifşa eden paylaşımlarla çalkalanıyor. İsviçreli sanatçı Miriam Cahn'ın başlattığı bu dalga, adeta bir kartopu etkisiyle büyüyor ve giderek daha fazla sesin yankı bulmasına olanak tanıyor.

Peki ne oluyor da insanlar birdenbire yıllar, hatta on yıllar sonra bile olsa yaşadıkları taciz ve istismar olaylarını anlatma ihtiyacı hissediyor? Cahn'ın deneyimi belki de birçok şeyi açıklıyor. Kendisi, 1980'lerin başında, o zamanlar 30'lu yaşlarının başında bir sanatçıyken, yaşadığı bir taciz olayını anlatıyor. Olayın faili ise dönemin önemli bir sanat eleştirmeni.

Sessizliği Bozan İlk Sesler

Cahn'ın hikayesi tek değil. Aksine, buzdağının sadece görünen kısmı. Sanat eleştirmenleri, küratörler, galeri sahipleri... Güç ve nüfuz sahibi olan bu isimler, yıllarca genç ve kariyerlerinin başındaki sanatçılar üzerinde bir tür baskı aracı olarak kullanılabiliyor. 'İşbirliği' adı altında sunulan, ancak sınırları son derece belirsiz ve çoğu zaman doğrudan tacize varan davranışlar, mağdurlar tarafından uzun süre 'işin bir parçası' olarak görülmek zorunda bırakılıyor.

Bu ifşaa dalgasının en çarpıcı yanı ise mağdurların artık korkmuyor oluşu. Sosyal medya, onlara seslerini doğrudan ve aracısız bir şekilde duyurabilecekleri bir platform sunuyor. Geleneksel medyanın sansasyonel dilinden, kurumsal yapıların baskılarından uzak, samimi ve güçlü bir iletişim kanalı. Ve insanlar bu kanalı sonuna kadar kullanıyor.

Peki Ya Türkiye?

Bu küresel hareketin Türkiye'deki sanat camiasında nasıl bir karşılık bulacağı ise merak konusu. Benzer dinamiklerin var olduğu bir gerçek. Güç dengesizlikleri, 'usta-çırak' ilişkisinin sınırları, eleştiri ve taciz arasındaki o ince çizgi... Tüm bu konular, Türkiye'de de sanatçıların gündeminde. Ancak toplumsal baskı, kariyer kaygıları ve 'ayıp' olgusu, birçok potansiyel mağdurun sessiz kalmasına neden olabiliyor.

Ancak değişim rüzgârı her yerde esiyor. Sosyal medyanın gücü ve küresel dayanışma ağları, yerel dirençleri aşmada önemli bir rol oynayabilir. Belki de Türkiye'den de benzer hikayelerin duyulması an meselesi. Sanat dünyası, gerçekten de 'her şeyin mübah olduğu' bir alan mı, yoksa temel insani ve ahlaki sınırların geçerli olduğu bir yer mi? Bu soru, cevabını bulmak üzere.

Sonuç olarak, sanat adına, yaratıcılık adına kimsenin tacize ve istismara maruz kalmayı hak etmediği aşikar. Umarım bu hareket, sadece geçmişte kalanları ifşa etmekle kalmaz, gelecekte de benzer olayların yaşanmasını engelleyecek bir bilinç ve hesapverebilirlik kültürü oluşturur. Çünkü sanat, korkunun değil, özgürlüğün sesidir.