
Washington'daki koridorlarda fısıltılar dolaşıyordu ama kimse bu kadarını tahmin edemezdi. Amerikan istihbaratının -adeta bir bilimkurgu filminden fırlamışçasına- tam 55 milyon insanı dijital olarak izlediği ortaya çıktı. Evet, yanlış duymadınız: elli beş milyon.
Olayın detaylarına indiğinizde, insanın tüyleri ürperiyor doğrusu. Öyle basit bir 'veri toplama' operasyonundan bahsetmiyoruz. Bu, vatandaşların günlük yaşamlarının en mahrem köşelerine kadar nüfuz eden sistematik bir gözetim ağı.
Peki Nasıl Yapıldı Bu İş?
İstihbarat birimleri, özel bir yasal yetkiye dayanarak telekomünikasyon şirketlerinden devasa miktarda veriyi doğrudan elde etmiş. Amaç? 'Ulusal güvenlik' elbette. Fakat işin rengi, toplanan verilerin hacmi ve kapsamı düşünüldüğünde epey değişiyor.
- Telefon görüşme kayıtları (meta veriler)
- E-posta trafiği
- İnternet gezinti geçmişleri
- Hatta sosyal medya etkileşimleri
Bu liste daha da uzayıp gidiyor. İnsan ister istemez soruyor: "Peki, benim haberim olmadan yapılan bu tür bir izleme, demokratik bir toplumda ne kadar etik?"
Uzmanlar Ne Diyor?
Privacy International'dan bir uzman, durumu "dijital çağın en karanlık uygulamalarından biri" olarak nitelendiriyor. Başka bir deyişle, devletin vatandaşını bu denli gözetlemesi, özgürlükler adına ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Tabii bir de yasal boyutu var. Yetkililer, programın federal mahkemelerce onaylandığını ve kongre üyelerine brifing verildiğini iddia ediyor. Ancak muhalif sesler, bu brifinglerin yüzeysel kaldığını ve programın gerçek kapsamının gizlendiğini öne sürüyor.
Sonuç olarak, bu olay sadece Amerika'daki değil, tüm dünyadaki internet kullanıcıları için önemli bir uyarı niteliğinde. Kişisel verilerimizin güvenliği konusunda yeniden düşünmemiz gereken bir dönemden geçiyoruz. Gözetim mi, güvenlik mi? Bu kadim ikilem, teknolojinin ilerlemesiyle birlikte çok daha karmaşık bir hal aldı.