
Dünya adeta bir dönüm noktasında. Bilim insanları yıllardır uyarıyordu ama artık işaretler gözle görülür şekilde ortada. Buzullar, öngörülenden çok daha hızlı bir şekilde eriyor ve bu durum geri dönüşü olmayan bir sürecin başlangıcı olabilir.
Peki bu ne anlama geliyor? Basitçe söylemek gerekirse, devasa su kütleleri okyanuslara karışıyor. Deniz seviyelerindeki yükselme sadece kıyı şehirlerini değil, milyonlarca insanın hayatını doğrudan tehdit ediyor. İklim sistemindeki bu ani değişiklikler, aşırı hava olaylarını da beraberinde getiriyor.
Bilimin Sessiz Çığlığı
Uydu verileri ve yer gözlemleri, Grönland ve Antarktika'daki buz tabakalarının alarm verici düzeyde inceldiğini gösteriyor. Bazı bölgelerde erime hızının, önceki modellerin tahmin ettiğinin neredeyse iki katı olduğu belirtiliyor. Bu durum, projeksiyonların yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor.
Aslında işin en can sıkıcı kısmı şu: Süreç bir kere başladı mı, durdurmak neredeyse imkansız hale gelebilir. Bir domino etkisi gibi düşünün. Bir taş düştü mü, ardındakiler de peşi sıra devrilir.
Peki Ya Türkiye?
Bu küresel sorun, 'uzaktaki bir buzul' meselesi değil. Akdeniz ve Karadeniz'deki kıyı yerleşimleri, tarım arazileri ve tatlı su kaynakları tehdit altında. İstanbul, İzmir, Antalya gibi büyükşehirlerin kıyı kesimleri için ciddi riskler oluşuyor.
Kuraklık tarımı vuruyor zaten. Bir de buna deniz seviyesindeki yükselme eklenirse, durum gerçekten iç açıcı olmaktan çıkacak. Sanki bir fırtına öncesi sessizlik yaşıyoruz ama kimse camları takviye etmekle meşgul değil.
Sonuç: Hazır mıyız?
Cevap maalesef hayır. Uluslararası anlaşmalar ve protokoller var evet, ancak somut adımlar yetersiz kalıyor. Fosil yakıt kullanımı hala rekor seviyelerde. Ormansızlaşma devam ediyor.
Belki de en büyük sorun, bu krisi 'geleceğin problemi' olarak görmemiz. Oysa o gelecek, tam şu an yaşanıyor. Buzullar eriyor ve zaman her geçen saniye biraz daha azalıyor. Geri sayım başladı. Peki biz ne yapıyoruz?