
Konya’nın o mistik havası, perşembe akşamı bir başka çöktü şehrin üzerine. Sanki Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin o efsunlu nefesi, her bir sokakta, her bir taşta yeniden can bulmuştu. Dünyanın dört bir köşesinden gelen şairler, bu kadim şehirde, kelimelerin sihrini yeniden var etmek için toplanmışlardı.
Ve işte o an… Sahneye çıkan her bir isim, sadece bir şiir okumadı; adeta birer ruh dokumacısı gibi, salondaki her bir kalbe dokundu. Arapça’nın coşkulu ritimleri, Farsça’nın o ince, derin ahengi, Türkçe’nin o sıcak, samimi nağmeleri birbirine karıştı. Ortaya öyle bir sema oldu ki, şiirin ve müziğin—sözle notanın dansıydı adeta.
Bir Kültür Köprüsü Kuran Şiirler
Etkinliğin belki de en çarpıcı yanı, farklı dillerin aynı duygu etrafında kenetlenmesiydi. Irak’tan İran’a, Özbekistan’dan Azerbaycan’a kadar uzanan bu geniş coğrafyadan sesler, hep aynı şeyi söylüyordu aslında: Sevgi. Anlayış. İnsan olmanın o ortak, derin hâli.
Salonda öyle bir enerji vardı ki—nefes alışlar bile senkronize olmuştu adeta. Şiirler arası geçişlerde çalan ney ve kemanın o içli sesi, her bir dizenin anlamını bir kat daha derinleştiriyor, salondakileri adeta zamanda bir yolculuğa çıkarıyordu.
Sadece Bir Etkinlik Değil, Bir Miras
Böyle organizasyonlar, aslında tam da bugünlerin ihtiyacı olan şey. Dünya gittikçe daha gürültülü, daha hızlı ve belki de daha yalnız bir yer hâline gelirken, böyle anlar bize insanlığımızı yeniden hatırlatıyor. Mevlana’nın ‘gel, ne olursan ol yine gel’ çağrısı, yüzyıllar sonra bile hâlâ capcanlı işte.
Konya Büyükşehir Belediyesi’nin ev sahipliğindeki bu buluşma, sıradan bir kültür etkinliğinin çok ötesine geçti. Şiirin, müziğin ve en önemlisi insan ruhunun evrenselliğini gösterdi hepimize. O gece orada olan herkes için—konuşulan dil farklı olsa da—hissedilen duygu aynıydı.
Ve son söz yerine: Belki de dünyanın ihtiyacı olan tek şey, biraz daha fazla şiir, biraz daha fazla anlayış ve Konya’daki gibi buluşmalar. Ne dersiniz?