
Tam da herkesin diplomasi dilinin yumuşayacağını düşündüğü bir sırada, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'tan sert ve net bir çıkış geldi. Sanki odadaki bütün oksijeni aniden çekilmişti. O, sözlerini her zamanki o tok sesiyle haykırırken, her kelimesi adeta duvarlara çarpıp geri dönüyordu.
"Şunu herkesin bilmesini isterim," diye gürledi ve bir anlık dramatik bir sessizlik oldu. "Filistin bizim için sıradan bir dış politika konusu değil, tam anlamıyla milli ve insani bir meseledir. Bu uğurda mücadele etmek, bu milletin asla vazgeçmeyeceği bir şeref borcudur."
Bu sözler, boş bir retoriğin çok ötesinde, tarihin derinliklerinden gelen bir yemin gibiydi. İnsan, konuşmanın devamını dinlerken, arka planda Mehter Marşı'nın yavaş yavaş yükseldiğini hayal edebilirdi.
Uluslararası Arenada Sessiz Çığlık
Kurtulmuş, uluslararası topluma da çok sert eleştiriler yöneltti. "Dünya, Filistin'de yaşananlara seyirci kalmaya devam ediyor," dedi ve ekledi, "Bu sessizlik, aslında çığlıkların en yüksek seslisidir. Tarih, bu zulme göz yumanları asla affetmeyecek."
Bu cümleler, odada adeta somut bir ağırlık yarattı. Her kelime, dünyanın dört bir yanındaki güç merkezlerine gönderilmiş birer meydan okuma gibiydi. Hiçbir şeyi gizleme ihtiyacı duymadan, perdesiz ve netsiz.
Gazze için Acı ve Direniş
Konuşmanın belki de en can alıcı kısmı Gazze'ye ayrılmıştı. Kurtulmuş'un sesi burada bir parça kısıldı, tonu ağırlaştı. "Gazze'de yaşananlar, modern dünyanın yüzüne vurulmuş kara bir lekedir," ifadelerini kullandı. İnsan, onun her cümlesinin arkasında, isimsiz kahramanların hikayelerini duyabiliyordu.
Ve sonra, o çok güçlü vurgu: "Türkiye, mazlumun ve mağdurun yanında olmaya devam edecek." Bu bir vaatten ziyade, değişmez bir kader gibi geldi kulağa. Tartışmaya bile açık değildi.
Peki ya sonrası? Bu sözlerin diplomasi koridorlarında nasıl yankılanacağını hep birlikte göreceğiz. Ama bir şey çok net: Bu, sıradan bir açıklama değil, bir dönüm noktasıydı. Tıpkı eski bir dostun, uzun bir aradan sonra size verdiği o sarsıcı, sadık sözler gibi.