
Gözlerini kan bürümüş bir devlet, yine masumların topraklarında terör estiriyor. Gazze'ye yönelik topyekûn işgal hareketi -tam da uluslararası toplumun uyarılarına rağmen- acımasız bir hızla ilerliyor. Adeta bir kâbus gibi çöken bu saldırılar, zaten yaralı olan bölgeyi kan gölüne çevirmiş durumda.
Dünya nefesini tutmuş, olan biteni izliyor. BM'nin, AB'nin, tüm insan hakları örgütlerinin çağrıları havada kalıyor. İsrail makamları ise -her zamanki gibi- 'güvenlik' naraları atarak bu vahşeti meşrulaştırmaya çalışıyor. Peki, gerçekten bu mu güvenlik? Savunmasız insanların evlerini, hastanelerini, okullarını yerle bir etmek?
Yıkımın Boyutları: Sayılarla Anlatılamayacak Acı
Rakamlar soğuk geliyor kulağa, biliyorum. Şu kadar ölü, bu kadar yaralı... Ama her bir sayının ardında bir anne, bir çocuk, yok edilen bir hayat hikâyesi var. İnsanlar sığınacak yer arıyor, temiz su ve gıda bulamıyor. Tıbbi malzeme yok. Elektrik yok. Umut ise -maalesef- en kıt kaynak.
Uluslararası toplumun tepkisi ise -beklendiği gibi- cılız kalmaya devam ediyor. Güçlü devletlerin çıkarları, insan hayatının önüne geçiyor. Siyasi hesaplar, diplomasi masalarında insanlık dramına dönüşüyor. Bu sessizlik, aslında bir onaylamadan farksız değil mi?
Bölge Halkına Yönelik Tehdit: Sarmal Büyüyor
İşgalin sadece askeri bir harekât olmadığını anlamak lazım. Bu, aynı zamanda sistematik bir sindirme, yıldırma politikası. Psikolojik savaşın tüm unsurları devrede. İnsanlar sadece bombalardan değil, açlıktan, hastalıktan, umutsuzluktan da ölüyor.
Peki ya Türkiye'nin tutumu? Bildiğiniz gibi, ülkemiz bu zulme en sert tepki gösteren ülkelerin başında geliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail'i 'katil devlet' olarak niteylemekten çekinmedi. Diplomatik kanallardan tüm girişimler sürdürülüyor - ama acaba yeterli mi?
Sonuç olarak, Ortadoğu'da kan akmaya devam ediyor. Vicdanlar ise her geçen gün biraz daha köreliyor. Bu karanlık tabloda, insanlık adına konuşan her ses, aslında hepimizin sesi olmalı. Yoksa tarih bizi asla affetmeyecek.