Şu günlerde herkesin dilinde aynı soru: Acaba yediğimiz yemekler gerçekten güvenli mi? İşin tuhafı, çoğumuz gösterişli vitrinlere aldanıp asıl tehlikenin nerede gizlendiğini gözden kaçırıyoruz.
Düşünsenize, o lüks görünümlü restoranların mutfakları belki de hiç tahmin edemeyeceğiniz kadar temiz. Ama mahallenizin köşesindeki o küçük, sevimli lokanta? İşte orası bambaşka bir hikaye.
Denetim Çılgınlığı Nereye Gidiyor?
Son zamanlarda adeta bir denetim furyası yaşanıyor. Herkes her yeri kontrol etmeye çalışıyor ama -bana sorarsanız- işin özü kaçıyor gibi. Sanki gösteriş için yapılıyormuş hissi veren bu denetimler, asıl sorunlu noktaları ıskalıyor.
Bir düşünün: Beş yıldızlı otelin şefi mi daha bilinçli yoksa mahalle lokantasının tek başına çalışan aşçısı mı? Cevap ortada aslında. Ama denetim mekanizmaları hala lüks mekanlara takılıp kalıyor.
Hijyen = Lüks Değildir!
Şu yanılgıyı bir kenara bırakmak lazım: Hijyen sadece paralı yerlerin tekelinde değil. Aksine, bazen en mütevazı görünen yerler en temiz çıkabiliyor. Tabii bazen de tam tersi oluyor - ve işte asıl korkunç olan da bu.
Gıda güvenliği konusunda -bence- en büyük sıkıntı, denetimlerin adaletli dağıtılmaması. Herkesin gözü önündeki yerler sık sık kontrol edilirken, mahalle aralarındaki mekanlar adeta unutuluyor.
Peki Çözüm Ne?
- Öncelikle denetim sisteminin yeniden düşünülmesi gerekiyor. Rastgele değil, risk bazlı bir yaklaşım şart.
- Küçük işletmelere hijyen eğitimleri verilmeli - belki de zorunlu hale getirilmeli.
- Denetim sonuçlarının şeffaf olması lazım. Vatandaş olarak bizim de bilme hakkımız var.
- Ve en önemlisi: Lüks görünüme aldanmamayı öğrenmeliyiz.
Sonuçta yemek yemek sadece karın doyurmak değil, aynı zamanda güven meselesi. O güveni hissetmek için de herkesin eşit şartlarda denetlendiğini bilmek istiyoruz.
Belki de artık vitrinlere değil, mutfaklara bakmanın zamanı geldi. Ne dersiniz?