
Düşünün bir kere... O upuzun, masmavi ve bir o kadar da hırçın denizin ortasında, teknede sallanıyorsunuz. İşte o an, her şeyden önce, size yol gösterecek kaptana güvenmekten başka çareniz kalmıyor. Karadeniz'in zorlu sularında bu güvenin ne demek olduğunu anlamak içinse, 'Gözleri Karadeniz' belgeselinin ilk bölümüne göz atmak yetiyor.
Belgeselde, denizle adeta dans eden bir kaptanla karşılaşıyoruz. Denize güvenmiyorsan, bari kaptanına güven diye düşünmeden edemiyor insan. Çünkü Karadeniz, bilirsiniz, öyle her denizciye gülmez. Dalgalarıyla, rüzgarıyla meşhur olan bu deniz, adeta sınavdan geçirir her kaptanı.
Denizin Dili ve Kaptanın Sessiz İletişimi
Kaptan, belgeselde anlatılanlara göre, denizle kurduğu iletişimi tarif ederken şöyle diyor: "Deniz konuşur aslında, sen dinlemesini bilirsen." Evet, belki de mesele tam olarak bu. Denizin dilini anlayabilmek, onun ne zaman hırçınlaşacağını, ne zaman sakinleşeceğini öngörebilmek... İşte bu, yılların tecrübesiyle kazanılan bir yetenek.
Peki ya güven? O nasıl oluşuyor? İşte orada da kaptanın duruşu, sakinliği, verdiği her karardaki o emin ifade devreye giriyor. Denizci, sadece dalgalarla değil, aynı zamanda kendi korkularıyla da mücadele eder. Ve kaptan, bu mücadelenin tam ortasında bir lider, bir yol gösterici.
İnsan, Deniz ve O İnanılmaz Bağ
Belgeselde hissettiren bir diğer nokta ise, insan ile deniz arasındaki o kadim bağ. Kaptan, denize açıldığında, sadece bir iş yapmıyor aslında. Adeta bir gelenek sürdürüyor, atalarından miras kalan bir yaşam biçimini devam ettiriyor. Karadeniz insanı için deniz, bir yaşam kaynağı, bazen hüzün, bazen de neşe demek.
Ve sonuç olarak, 'Gözleri Karadeniz' belgeseli, izleyiciye sadece görsel bir şölen sunmuyor. Aynı zamanda, izleyen herkeste derin bir saygı uyandırıyor. Hem denize, hem de onunla mücadele eden cesur insanlara karşı...