
Edebiyat camiasında son dönemde dikkat çeken bir fenomen var: Yeni kuşak şair ve yazarların giderek toplumdan izole olması. Sanki bir balonun içinde yaşıyorlar ve gerçek dünyanın sorunlarına yabancılaşıyorlar.
Peki neden böyle oldu? Aslında cevap o kadar da basit değil. Modern hayatın getirdiği dijital yalnızlık, sosyal medyanın yapay gerçekliği ve belki de en önemlisi - günlük hayat telaşının yarattığı o kopukluk hissi.
Edebiyat Artık Fildişi Kulelerde Mi Yazılıyor?
Eskiden yazarlar çarşıda, pazarda, kahvehanelerde insanları gözlemlerdi. Şimdi? Ekran başında, sosyal medyada süzülmüş hayatların arasında kaybolup gidiyoruz. Genç kalemler maalesef toplumun nabzını tutmak yerine, algoritmaların yönlendirdiği sanal gerçeklikte debeleniyor.
Oysa edebiyatın mayası toplumsal dokudur. İnsan hikayeleridir. Gerçek hayatın içindeki o karmaşık, çelişkili, bazen acımasız ama her zaman ilham verici gerçekliktir.
Peki Çözüm Ne Olabilir?
Belki de genç yazarlara şunu sormak lazım: Kaçınız son bir ayda bir otobüs terminalinde vakit geçirdiniz? Bir esnafla sohbet ettiniz? Mahalle kahvesinde çay içtiniz?
- Toplumsal gözlemi ihmal etmeyin
- Sokakla bağınızı koparmayın
- Dijital dünyanın yapaylığına kapılmayın
- Gerçek insan hikayelerinin peşinden gidin
Edebiyat - sonuçta - hayatı anlamlandırma çabasıdır. Ve eğer hayatın kendisinden kopuksanız, yazdıklarınızın da bir karşılığı olmasını bekleyemezsiniz.
Genç yeteneklere sesleniyorum: Lütfen o fildişi kulelerinizden inin. Sokaklara karışın. İnsanları dinleyin. Çünkü en güzel hikayeler, en etkileyici mısralar orada, hayatın tam içinde saklı.