Tam da öğle sıcağının kavurduğu bir vakitte, Emine Erdoğan'ın adımları Umman'ın en değerli hazinelerinden birinde yankılandı. Evet, bahsettiğimiz o görkemli Ulusal Müze - sanki bin yıllık hikayeleri fısıldayan bir zaman kapsülü gibi.
Ziyaret o kadar doğal ilerledi ki, adeta plansız bir buluşma havasındaydı. Müzenin o serin koridorlarında dolaşırken, her bir vitrinin önünde dakikalarca kalıp o tarihi eserlerle sanki sessiz bir diyalog kuruyordu. Kimi zaman hafifçe gülümsedi, kimi zaman da derin bir düşünceye daldığını hissettim.
Tarihin İzinde Bir Yolculuk
Aslında şunu söylemeliyim - müzeler genelde resmi ve soğuk gelir insana ama bu ziyaret öyle değildi. Emine Hanım'ın her detayla ilgilenmesi, rehberlerle samimi sohbeti... İnsan ister istemez "İşte kültür diplomasisi böyle yapılır" diye düşünüyor.
Ve o anlar - tam şu anları kastediyorum - müzenin en nadide parçalarının önünde yaşananlar... Öyle sıradan bir turist gibi geçip gitmedi. Her eserin hikayesini dinledi, sorular sordu. Hani derler ya "meraklı gözlerle" diye, işte öyle bakıyordu tarihe.
Kültür Köprüsü Kuruldu
Bu ziyaret sıradan bir protokol gezisi değildi, kesinlikle. İki ülke arasında görünmez ama son derece güçlü bir bağ kurulduğunu hissetmemek elde değil. Umman'ın kültür yetkilileriyle yaptığı görüşmelerdeki samimiyet - gerçekten etkileyiciydi.
Düşünsenize, bir müze ziyareti nasıl da iki ülkeyi birbirine yakınlaştırabiliyor. İşte tam da bu noktada, kültürel diplomasinin gücünü bir kez daha anlıyor insan.
Ziyaretin belki de en çarpıcı yanı şuydu: Emine Erdoğan, müzeden çıkarken yüzündeki o düşünceli ifade... Tarihe ve kültüre verdiği değeri her haliyle belli ediyordu. Öyle ki, bu ziyaret sadece bir devlet protokolü olmanın çok ötesine geçti.
Son bir not düşeyim - böyle anlar aslında ne kadar önemli olduğunu ancak zaman geçtikçe gösteriyor. Umman ve Türkiye arasındaki bu kültür köprüsü, eminim ki gelecekte çok daha güçlü bağların temelini atmıştır.