İstanbul'un kültür sanat hayatında yine nefes kesen bir gece yaşandı. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, tam da Rus besteci Dmitri Shostakovich'in aramızdan ayrılışının 48. yılında, onu anmak için sahne aldı. Cemal Reşit Rey Konser Salonu'ndaki atmosfer ise kelimenin tam anlamıyla elektrik doluydu.
Şef Ali Hoca'nın yönetimindeki orkestra, Shostakovich'in en çarpıcı eserlerinden bir seçki sunarken, sanki bestecinin ruhunu salona getirmişti. İzleyiciler adeta nefeslerini tutmuş, her notanın titreşimini hissediyorlardı. Öyle ya, Shostakovich'in müziği zaten böyle bir şey - hem yürek burkan hem de umut veren.
Bir Bestecinin İzinde
Programda neler yoktu ki? Beşinci Senfoni'sinden bölümler, sanki bestecinin Stalin dönemindeki iç hesaplaşmalarını anlatırcasına çalındı. Orkestranın performansı o kadar güçlüydü ki, salondaki herkesi 20. yüzyıl Sovyet Rusya'sına götürdü. Kemanların ağlayışı, viyolaların isyanı, trompetlerin meydan okuyuşu...
Aslında Shostakovich'in müziği hep böyle değil midir? Bir yanda resmi beklentiler, diğer yanda sanatçı ruhu. İDSO da bu ikilemi başarıyla yansıttı gece boyunca. Hani derler ya, "müzik konuşmaktan daha çok şey anlatır" diye, işte öyle bir şey.
Unutulmaz Anlar
Konserin en çarpıcı anlarından biri, Largo bölümünün çalındığı andı. Öyle bir sessizlik oldu ki, salondaki kalp atışlarını duyabilirdiniz. Sonra o muazzam kreşendo... İnsan "İşte bu!" diyesi geliyor. Sanatın, siyasetin üstünde nasıl da yükselebildiğinin kanıtı gibiydi.
Dinleyiciler arasında hem gençler hem de klasik müziğin kıdemli takipçileri vardı. Hepsi de aynı duygular içinde - bir yanda hüzün, diğer yanda hayranlık. Kimi gözlerinde yaş, kimi yüzünde gurur ifadesiyle dinledi tüm konseri.
Final alkışları ise neredeyse on dakika sürdü. Şef Ali Hoca ve orkestra üyeleri defalarca sahneye çağrıldı. İstanbul'da böyle geceler olmasa, kültür sanat hayatımız ne kadar eksik kalırdı, değil mi?