Tam da herkes onun hayatının beyaz perdeye aktarılmasını beklerken, Yıldız Tilbe'den herkesi şaşırtan bir çıkış geldi. Düşünün ki, bir sanatçının hayat hikayesi -acıları, sevinçleri, mücadeleleriyle- neredeyse senaryo gibi ama kendisi "Hayır!" diyor.
"Beni yaşarken anlamadılar ki..." diye başlıyor söze Tilbe. Bu kısa cümledeki o derin anlamı düşünsenize. Yıllardır kamusal alanda var olan, şarkılarıyla milyonlara dokunan bir ismin bu içli itirafı, aslında sanatçı-olmak denen o zorlu yolculuğun özünü anlatıyor gibi.
Neden Reddediyor?
Sebep basit değil, hiç değil. Hayatının film olması fikrine sıcak bakmıyor çünkü gerçek hikayesinin -ona göre- hiçbir zaman tam olarak anlaşılamayacağını düşünüyor. "İnsanlar beni hep yanlış anladı," diyor adeta. Belki de bu, bir sanatçının en büyük korkusu: Kendi gerçekliğinin başkalarının yorumlarına kurban gitmesi.
Şimdi düşünüyorum da -acaba kaç sanatçı böyle hissediyor? Kamusal imajlarıyla özel benlikleri arasındaki o uçurumda kaybolup giden...
Yaşarken Anlaşılamamak
Bu ifade öyle derin ki. Bir varoluş sorgulaması sanki. Yıldız Tilbe, tüm kariyeri boyunca medyanın, hayranların, eleştirmenlerin gözü önünde oldu. Ama hissediyor ki kimse onun özünü, iç dünyasını, o en hassas noktalarını gerçekten kavrayamadı.
Ve işte şimdi, hayat hikayesinin sinemaya uyarlanması tekliflerine karşı çıkarken, aslında bir nevi "Ben buyum, ben böyleyim - ve bu haliyle kabul edin" diyor. Olduğu gibi görünme, olduğu gibi anlaşılma mücadelesi bu.
Belki de en acı olanı, bir insanın en samimi hikayesinin -kendi kontrolü dışında- başkalarının yorumuna açılması korkusu. Yıldız Tilbe tam da buna direniyor. "Hayatım benim," diyor resmen, "ve onu nasıl anlatacağımı ben seçerim."
Peki ya siz? Sanatçıların özel hayatlarının -izin vermedikleri sürece- kamusal malzeme haline gelmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bazen en güzel hikayeler, anlatılmayanlarda gizli kalıyor olabilir mi?