
O kapıdan içeri girdiğinizde, zamanın nasıl da farklı aktığını hissediyorsunuz. Her saniye bir ömre bedel adeta. Yoğun bakım üniteleri... Kimileri için umudun son durağı, kimileri içinse mucizelerin gerçekleştiği yer.
Aslında tam da hayatla ölüm arasındaki o incecik çizgide duruyor bu bölümler. Doktorların 'artık yapabileceğimiz bir şey yok' dediği o anla, 'yaşıyor!' çığlığı arasındaki fark bazen sadece birkaç dakika.
Makinaların Ritmi ve İnsanın Nefesi
Monitörlerin bip sesleri, solunum cihazların ritmik inleyişi, serum pompalarının sessiz çalışması... Yoğun bakımın kendine has bir senfonisi var. Ama bu senfoninin ortasında, asıl kahramanlar hastalar ve onlar için gece gündüz demeden çalışan sağlık çalışanları.
Bir yoğun bakım hemşiresi anlatıyor: 'Bazen hastanın elini tutuyorsunuz ve size bakışlarıyla her şeyi anlatıyor. Konuşamıyor olabilirler ama gözlerindeki ifadeyle size sonsuz teşekkür ediyorlar.'
Kritik Kararlar Anı
Yoğun bakımda verilen kararların ağırlığı gerçekten tahmin edilemez. Doktorlar için her hasta özel, her vaka kendine has. Bazen istatistikler, bazen içgüdüler, çoğu zaman da tecrübe konuşuyor.
- Hangi hastaya ne zaman müdahale edilmeli?
- Tedavide sınır nerede başlar?
- Ailelerle nasıl iletişim kurulmalı?
Bu soruların cevapları kitaplarda yazmıyor maalesef. Her şey o anki duruma, hastanın genel durumuna ve tabii ki tıbbın o andaki imkanlarına bağlı.
Ailelerin Bekleyişi
Yoğun bakım kapısının dışında ise bambaşka bir dünya var. Endişeli gözlerle bekleyen aileler, her çıkan doktora koşuşturmalar, umutla beklenen küçük iyileşme belirtileri...
Bir hasta yakını şunları söylüyor: 'O bekleyiş anlatılmaz bir duygu. Dakikalar saatler gibi, saatler günler gibi geliyor. Her an bir haber bekliyorsunuz. İyi haber mi, kötü haber mi?'
Aslında yoğun bakım sadece tıbbi bir birim değil. İnsanın yaşama tutunma azminin, tıbbın sınırlarının ve insanüstü çabaların kesiştiği nokta. Ve belki de en önemlisi - hayatla ölüm arasındaki o incecik çizginin ta kendisi.