
Şavşat'ın yıllara meydan okuyan sakini, belki de Türkiye'nin en uzun soluklu nefesiydi. 1907 yılında, Osmanlı'nın son dönemlerinde gözlerini açmıştı. O günlerde sokaklarda at nalı sesleri yankılanırken, şimdilerde ise onun anısı fısıldanıyor.
116 yıl... Düşünsenize, neredeyse bir asırı deviren bir ömür. İki dünya savaşı görmüş, cumhuriyetin kuruluşuna tanıklık etmiş, teknolojinin baş döndürücü hızına şahit olmuştu. "Zamanın tanığı" desek yeridir.
Bir Çınar Daha Devrildi
Şavşat'ın havası suyu farklı mıdır bilinmez ama bu topraklar hep uzun ömürlü insanlar yetiştirmiştir. Zaro Ağa'nın torunu da bu geleneği bozmadı. Öyle ki, son nefesini verene kadar dimdik ayaktaydı - tıpkı Artvin'in yemyeşil dağları gibi.
Komşuları anlatıyor: "Sabahları erken kalkar, kendi işini kendi görürdü. Gençlere taş çıkartırdı doğrusu." Belki de sırrı buydu - bağımsız olmak, hareketli kalmak. Ya da belki Şavşat'ın tertemiz havasıydı ona bu ömrü bahşeden.
Torunlarıyla Gurur Duyardı
7 çocuk, 55 torun, 125 torunun torunu... Saymakla bitmeyen bir aile ağacı. Her biriyle ayrı ayrı ilgilenir, sohbet ederdi. "Aile bağları" onun için sadece bir laf değil, yaşam felsefesiydi.
Son yıllarda biraz yavaşlasa da, hafızası hâlâ keskindi. Gençliğinde yaşadığı olayları en ince detayına kadar anlatabilirdi. Tarih kitaplarının sayfalarına sığmayacak anılar vardı zihninde.
Şimdi Artvin'in toprağı bağrına basıyor bu kıymetli insanı. Ama ardında bıraktığı miras - hem genetik hem de manevi - yaşamaya devam edecek. Belki de torunlarından biri onun rekorunu kıracak, kim bilir?