Meclis'in o bildik koridorlarında yine gerilim yükseliyor. Demokrasi ve çalışma azmi diyorsunuz ama karşınızda sistemli bir şekilde işleyen bir sabotaj mekanizması buluyorsunuz. Öyle ki, TBMM bünyesinde faaliyet gösteren komisyonların çalışmaları adeta bir tiyatro oyununa dönmüş durumda.
DEM Partili vekillerin son zamanlarda sergilediği tutum, Meclis'in işleyişini ciddi anlamda sekteye uğratıyor. Komisyon toplantılarına katılmamak, gündem maddelerini sürekli erteletmeye çalışmak, çalışmaları kasıtlı olarak baltalamak... Tüm bunlar demokratik süreci zora sokan hamleler olarak kayıtlara geçiyor.
Stratejik Engelleme Taktikleri
İşin ilginç yanı, bu engellemelerin rastgele değil, oldukça planlı ve programlı şekilde yapılıyor olması. Sanki bir el kitabından okuyormuşçasına standartlaşmış taktikler bunlar. Toplantı saatlerinde ortada görünmemek, yeter sayı oluşmasını engellemek, komisyon başkanlarını zor durumda bırakmak - tüm bu yöntemler demokratik süreci yıpratıyor.
Meclis'te görev yapan deneyimli isimler bile bu kadar sistemli bir engellemeyle daha önce pek karşılaşmadıklarını ifade ediyor. "Bu işin şakası yok" diyor bir kıdemli milletvekili, "Yıllardır buradayım, böylesine organize bir sabotajla ilk kez karşılaşıyorum."
Demokratik Sürece Darbe
Aslında mesele sadece komisyon toplantılarının aksaması değil. Daha derinlerde yatan sorun, temsili demokrasinin işleyişine vurulan bir darbe. Seçmenlerin temsilcileri aracılığıyla yönetime katılma hakkı, bu tür taktiklerle baltalanıyor.
Şunu sormak lazım: Meclis çalışmalarını sabote etmek kimin yararına? Halkın sorunlarına çözüm üretmek yerine, süreci tıkamanın mantığı ne? Cevap basit aslında - siyasi çıkarlar, kamu yararının önüne geçmiş durumda.
Unutmayalım ki Meclis, sadece milletvekillerinden ibaret değil. Burası 85 milyonun temsil edildiği, sorunların çözüme kavuşturulduğu en üst demokratik platform. Bu platformun işleyişine ket vurmak, nihayetinde tüm vatandaşların hakkını gasp etmek anlamına geliyor.
Sonuçları Kim Ödeyecek?
Komisyon çalışmalarının aksaması, yasama sürecini yavaşlatıyor. Kanunlar gecikiyor, reformlar sekteye uğruyor, halkın beklediği çözümler rafa kalkıyor. Peki bu gecikmenin bedelini kim ödeyecek? Cevap açık: Türkiye ve onun vatandaşları.
Demokratik sistemler, işbirliği ve uzlaşma üzerine kuruludur. Ama görünen o ki bazı siyasi aktörler, uzlaşmak yerine çatışmayı, işbirliği yerine engellemeyi tercih ediyor. Bu yaklaşımın uzun vadede kimseye fayda getirmeyeceği aşikar.
Meclis koridorlarında dolaşan dedikodulara göre, bu sabotaj politikasının arkasında stratejik bir siyasi hesap yatıyor. Ama şunu unutmamak lazım - siyaset, nihayetinde halka hizmet etmek içindir. Halkın çıkarlarını hiçe sayan her strateji, eninde sonunda iflas etmeye mahkumdur.