
Daha dün gibi... Salonun ışıkları, on iki yiğidin yüzündeki o azmi aydınlatıyordu. Her biri, omuzlarındaki koca bir milletin yükünü taşıyordu sanki. Ve oyun bitip de skor tahtasında Türkiye'nin rakamları yanıp söndüğünde, her şey buna değdi.
Bu, sıradan bir galibiyet falan değildi. Hayır. Bu, adeta bir satranç maçı gibi, hamle hamle işlenmiş, mükemmellik abidesi bir plandı. Koçların dehası, sahaya yansımıştı. Oyuncular ise bu planı, ter ve inançla işleyen birer nefer oldu.
Strateji Harikası: Rakip Şaşkına Döndü
Maçın başlamasına daha çok vardı ama bizimkiler, zaten kafalarında bitirmişti işi. Savunmada adeta bir duvar ördüler. Hani derler ya 'suyu geçirmez' diye, işte öyle bir şey. Rakip, ne yapacağını şaşırdı; hücum edemedi, savunamadı. Bizimkiler her topa, canlarını dişlerine takarak ulaştı.
Hücumda ise yaratıcılık tavan yaptı. Paslar, öyle güzel kesişti ki... Sanki sahada görünmez iplerle birbirine bağlılardı. Üçlükler, sanki hedefi biliyormuşçasına potaya girdi. Ribaundlar, tam zamanında alındı. Kısacası, neredeyse kusursuz bir oyun sergilendi.
Desteğin Gücü: Tribünler Yerinden Oynadı
Oyunculardan bahsettik de, tribünleri unutmak olmaz. Vatandaşlarımız, orada adeta on ikinci oyuncu oldular. Çıt çıkmazdı rakibin serbest atışlarında. Ama bizimkiler basket yaptı mı? Yer gök inliyordu. O coşku, o enerji, sahadaki adamların kanına işliyor, onlara güç veriyordu. Bu zafer, sadece sahada kazanılmadı; tribünlerde de kazanıldı.
Maç sonu düdüğü çaldığında, her şeyden önce bir oh çekildi. Sonra, sevinç gözyaşları, kucaklaşmalar... Tarih yazmıştın be adamım! Avrupa'nın devi, planlı ve kararlı bir oyunla dize getirilmişti.
Bu galibiyet, sadece bir istatistikten, üç puan dan ibaret değil. Hayır. Bu, gelecek maçlar için bir ihtar, bir manifesto. 'Biz buradayız, ve gelmeye devam edeceğiz'in resmen haykırışı. Taraftar, bu geceyi asla unutmayacak. Spor tarihimize kazınan altın harflerle yazıldı bu zafer.