
İşte o anlar... Sanki zaman durmuştu. Fernando Muslera, yıllardır görmeye alıştığımız o sakin, tecrübeli portresinden sıyrılmıştı bir anda. Yerinde duramıyor, adeta içindeki fırtınayı dışarı vurmak istiyordu.
Maçın daha 16. saniyesiydi. Seyirciler yerlerine yeni oturmuş, belki de maçın nasıl başlayacağını düşünüyordu. Ama futbol öngörülemez bir oyun—her an her şey olabilir. Ve oldu da. Rakip forvet, savunmanın arasına sızdı, top ağlarla buluştu. Her şey birkaç saniye içinde olup bitti.
Muslera ise... O anki şaşkınlık ve öfke karışımı ifadesi tarif edilemezdi. Ellerini beline koydu, bir an sağa sola baktı, sonra sinirle yerden bir şeyler topladı—sanki oyunun ritmini, dağılan konsantrasyonu toplamaya çalışıyor gibiydi. Takım arkadaşlarına döndü, sesini yükseltti. Onlarca maç, yüzlerce kritik pozisyon görmüş bir kaleci için bile bu kadar erken bir gol, beklenmedik bir darbe olmuştu.
Ve tepkisi—gerçekten de kontrolü zorlanan bir öfkeydi. Sahada hızla adımlar atıyor, bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Belki de savunma hatasını, belki de o anki şanssızlığı sorguluyordu. Seyirci de şaşkındı; kimisi alkışlıyor, kimisi ise Muslera'nın bu çıkışına anlam vermeye çalışıyordu.
Sonuçta, bu tür anlar futbolun doğasında var. Ama bir de böylesine erken bir gol ve böylesine sert bir tepki eklenince, ortaya unutulmaz bir sahne çıkıyor. Muslera, her ne kadar öfkeli anlar yaşasa da, maçın geri kalanında yine bildiğimiz güvenilir performansını sergiledi. Fakat o 16 saniye ve ardından yaşananlar, hafızalardan kolay kolay silinmeyecek gibi duruyor.