
Kim derdi ki bir pilotun kanatları kırılacak ve ardında bıraktığı aşk, şehrin sokaklarında dolaşacak? İşte tam da böyle bir hikaye bu. Belki de hayatın en acımasız ironilerinden biri: Uçmayı seven bir kalp, yerde kalmak zorunda kalıyor.
O efsane pilot – adını vermeye gerek yok, zaten herkes tanıyor – gökyüzüne veda ettiğinde, geride bıraktığı sevgilisi için İstanbul, artık sadece bir şehir değildi. Her köşesi, her sokağı, bir anının canlı tanığıydı. Ve o da, bu tanıkları tek tek ziyaret etmeye karar verdi.
Adımların Sessiz Çığlığı
Galata Kulesi'nden Boğaz'a, Kapalıçarşı'dan Sultanahmet'e... Her adım, bir veda aslında. Ama öyle sessiz, öyle derin ki – insan duymasa da taşlar duyuyor bu çığlığı. Kimi zaman bir simitçi tezgahında durup kahvesini yudumluyor, kimi zaman da Eminönü'nde martılara simit atarken gözlerinden yaşlar süzülüveriyor.
Şehrin gürültüsü içinde kaybolan bu hüzünlü gezinti, aslında hepimizin bir yerlerde yaşadığı o tanıdık acıyı hatırlatıyor: Kaybettiklerimizle vedalaşmanın en insani yolu belki de budur – onların sevdiği yerlerde dolaşarak.
Bir Şehrin Kalbinde Saklı Anılar
İstanbul – bu kadim şehir – sayısız aşk hikayesine tanıklık etmiştir. Ama bu kez farklı. Çünkü bu hikayede uçaklar, pistler ve sonsuz mavilikler var. Pilotun sevgilisi, onunla geçirdiği son günleri anlatırken "Her inişinde 'İşte evim' derdi" diyor. Şimdi o ev, bir yanıyla bomboş, bir yanıyla tıka basa anılarla dolu.
Belki de en acı olanı, artık hiçbir yerde "Hava açık, uçuşa elverişli" raporunu beklemeyecek olması. Ama İstanbul – o her zamanki gibi – bu aşk hikayesini de bağrına basıyor. Çünkü bu şehir, yüzyıllardır hem kavuşmalara hem ayrılıklara ev sahipliği yapıyor.