
Hayat bazen öyle acımasız darbeler vuruyor ki, insanın yüreği parçalanıyor sanki. Umut Candan'ın annesi Nihal Candan da tam olarak bu hissi yaşıyor şu sıralar. Evladını toprağa vermenin tarifsiz acısıyla baş etmeye çalışırken, bir yandan da derin bir pişmanlık duyuyor.
"Sana iyi bir anne olamadım" diyor Nihal Hanım, gözyaşlarına boğularak. Oğluna dair her anısı, şimdi bir hançer gibi saplanıyor kalbine. Belki de en büyük acı, geri dönüşü olmayan hataların farkına varmak...
Zamanın Bile İyileştiremediği Yaralar
Ne kadar zaman geçerse geçsin, bazı acılar dinmiyor. Nihal Candan'ın durumu da tam olarak bu. "Keşke"lerle dolu bir hayat sürüyor şimdi. Keşke daha çok vakit ayırsaydım, keşke daha fazla sarılsaydım diye düşünüyor sürekli.
Annelik dediğin şey, işte böyle tarifsiz bir bağ. Çocuğunuz gittiğinde, geride kalan her şey size acı veriyor. En basit eşyalar bile gözünüzde büyüyor birden. Umut'un odası, onun kokusu, bıraktığı küçük notlar... Hepsi birer işkence aletine dönüşüyor adeta.
Toprağın Soğukluğu, Yüreğin Sıcaklığı
Mezara her gidişinde, Nihal Hanım'ın içinde kopan fırtınaları tahmin etmek zor değil. Bir anne için evladını toprağa vermek, hayatın en zor sınavlarından biri olsa gerek. "Seni çok özledim" diye fısıldıyor mezar taşına her dokunuşunda.
Acılar paylaşıldıkça hafifler derler ya, bazen öyle olmuyor işte. Bazen acı, paylaştıkça daha da büyüyor. Nihal Candan'ın yüreğindeki yangın da öyle - her an biraz daha büyüyor, biraz daha yakıyor içini.
Bu hikaye bize şunu hatırlatıyor: Sevdiklerimize sıkı sıkı sarılalım. Çünkü bir gün ansızın gidebilirler ve geriye sadece pişmanlıklar kalır...