
Bazen öyle anlar vardır ki, zamanın ağır aksak ilerleyişine inat, yüreğimizdeki yangın hiç sönmez. İşte tam da böyle bir hikaye bu — belki de hepimizin bir yerlerde tanıdık hissedeceği türden.
Dün, bugün, yarın... Sanki hepsi birbirine karışmış gibi. İnsanın içindeki o ateş, hiç beklenmedik anlarda yeniden alevleniveriyor. Kim bilir, belki de bizim için en önemli olan şey bu: hissetmeye devam edebilmek.
Zamanın Ötesinde Bir Duygu
Düşünsenize — yıllar geçiyor, saçlar ağarıyor, yüzler değişiyor ama içteki o sıcaklık hep aynı kalıyor. Sanki ruhun bir köşesinde, hiç dokunulmamış bir hazine gibi saklı duruyor. Ne teknoloji ne de modern hayatın koşuşturmacası bu duyguyu değiştirebiliyor.
Uzmanların dediğine göre (ki bazen onlar da yanılıyor olabilir), insan hafızası duyguları en saf haliyle saklıyor. Belki de bu yüzden, o ilk günkü heyecanı yıllar sonra bile aynı tazelikte hissedebiliyoruz.
Peki Neden?
İşte asıl soru bu! Bazı duygular neden bu kadar dirençli? Belki de cevap sandığımızdan daha basittir — insan olmanın özünde bu var çünkü. Tıpkı denizin dalgaları gibi, bazı hisler hiç durmadan kıyılarımıza vuruyor.
Şöyle bir düşünün: En son ne zaman gerçekten çocukluğunuzdaki gibi sevindiniz? Ya da ilk aşkınızı hatırladığınızda içiniz nasıl hop etti? İşte o anlar, yüreğimizin hâlâ ilk günkü gibi yandığının kanıtı.
Bu hikaye bize şunu hatırlatıyor: Duygularımız belki de bizim en gerçek yanımız. Zamanın yıpratamadığı, teknolojinin değiştiremediği tek şey...