
Nashville'de yaşanan o korkunç pazartesi günü, asla unutulmayacak bir iz bıraktı. Silahlı saldırgan, bir okula daldı ve masum çocukların güvenliğini hiçe saydı. Polis, olay yerine hızla intikal etti ve ne yazık ki saldırgan etkisiz hale getirildi.
Fakat asıl şok, saldırganın kimliği ortaya çıktığında yaşandı. Saldırganın trans kimlikli bir birey olduğu anlaşıldı. Bu, zaten gergin olan toplumsal iklimi daha da ısındırdı. İnsanlar, bir yandan üzüntü duyarken bir yandan da bu trajedinin nedenlerini sorgulamaya başladı.
Eski Başkan Donald Trump ise bu olayı fırsat bilerek -evet, maalesef böyle diyebiliriz- trans bireyleri hedef gösteren açıklamalar yaptı. Ona göre, trans bireyler toplum için bir tehdit unsuru oluşturuyordu. Bu açıklamalar, zaten hassas olan konuyu daha da alevlendirdi.
Ancak işler burada bitmedi. Trump'ın bu çıkışı, beklenmedik bir karşılık buldu. Demokratlar ve bazı medya kuruluşları, Trump'ın geçmişteki bazı davranışlarını ve ilişkilerini pedofili imalarıyla gündeme getirdi. Bu, adeta bir yangına benzin dökmek gibiydi. Siyasi çatışma, trajedinin gölgesinde kaldı ve insanlar asıl meseleyi unutur oldu.
Peki, bu durumda asıl suçlu kim? Silah erişiminin kolaylığı mı? Toplumsal kutuplaşma mı? Yoksa siyasetçilerin trajedileri kendi çıkarları için kullanması mı? Nashville'de yaşananlar, bu soruları bir kez daha düşünmemiz gerektiğini hatırlattı. Üstelik, sadece ABD için değil, tüm dünya için...
Olayın ardından, trans topluluğu endişeli. Zaten var olan önyargıların daha da artmasından korkuyorlar. Siyasi tartışmalar ise hiç bitmek bilmiyor. Nashville'de yaralar sarılmaya çalışılırken, bir yandan da ülke çapında bir silah kontrolü tartışması yeniden alevlendi. Bakalım, bu trajedi bir dönüm noktası olacak mı? Yoksa unutulup gidecek mi?