Gözlerimle görmeden inanmakta zorlandım doğrusu. Tarihin tozlu sayfalarından fırlayıp gelmiş gibiydi adeta - o meşhur Orient Express, tam da dün akşamüstü İstanbul'a vardı. Şehrin kalbine, Sirkeci Garı'na yanaşan bu görkemli tren, sanki zamanın ruhunu taşıyordu.
Paris'ten kalkıp Avrupa'nın göbeğinden geçerek gelen bu efsane, bu yılki ikinci seferi için bizleri şanslı hissettirdi. İnanın, o vagonların her birinden tarih fışkırıyordu. Sanki Agatha Christie'nin romanları canlanmış, raylar üzerinde hayat bulmuştu.
Nostaljinin Yeniden Doğuşu
Biliyor musunuz, bu tren sadece bir ulaşım aracı değil aslında. Adeta yürüyen bir müze! 1883'ten beri hikayeler biriktirmiş, nice maceralara tanıklık etmiş. Şimdilerde ise lüks seyahat tutkunlarını taşıyor. Bu yılki ikinci seferi için İstanbul'u seçmeleri ise ayrı bir anlam taşıyor bence.
Sirkeci Garı'nda gördüğüm manzara gerçekten etkileyiciydi. Trenin her detayı özenle korunmuş - o ahşap kaplamalar, pirinç aksanlar, kadife koltuklar... İnsan kendini bir anda 20. yüzyılın başlarında hissediveriyor.
Seyahatin Ötesinde Bir Deneyim
Bu tren yolculuğu değil, adeta bir zaman yolculuğu. Yolcular sadece bir noktadan diğerine gitmiyorlar; lüksün, konforun ve tarihin içinde kayboluyorlar. Gastronomi deneyiminden tutun da kişisel hizmete kadar her şey düşünülmüş.
İstanbul'dan sonraki durakları merak ediyorsanız - ki ben de çok merak ediyorum - trenin rotası gerçekten nefes kesici. Avrupa'nın en güzel şehirlerinden geçerek Paris'e uzanan bu yolculuk, belki de hayatınızın en unutulmaz deneyimi olabilir.
Son bir not: Bu tür tarihi değerlerin hala ayakta olması ve işler durumda kalması gerçekten takdire şayan. Modern dünyada nostaljiye yer var demek ki!