
Berlin'de sıradan bir salı günü, ama hava her zamankinden daha ağır. Adaletsizliğe tahammülü kalmamış bir avuç insan, ellerinde dünyanın vicdanını sarsacak pankartlarla toplanmış. Hepsi anne. Hepsi, Ortadoğu'da akan her damla kanı kendi evladınınmış gibi hisseden yürekler.
«Artık yeter!» diyorlar neredeyse fısıldayarak, ama seslerindeki kararlılık öyle güçlü ki duvarları yıkabilir. Alman hükümetinin İsrail'e yönelik politikalarını, insanlık suçlarına ortak olmakla eşdeğer görüyorlar. Ve sessiz sedasız, ama dimdik duruyorlar.
Pankartlarda Yazmayan Hikayeler
Protestonun görünmeyen kahramanları belki de çocukları. Onlar için, savaşın uzaklarda değil, akıllarının bir köşesinde yaşandığını biliyorlar. Bir katılımcı, «Bizim çocuklarımız güvende uyuyabilsin diye, oradaki çocukların da hakkı» diye ekliyor, sesi titreyerek. Bu, sıradan bir siyasi talep değil; bu, bir annenin evrensel dilidir.
Alman medyası henüz tam anlamıyla bu sesi duymadı belki, ama sosyal medyada yankıları giderek büyüyor. #MütterGegenKrieg (Savaşa Karşı Anneler) etiketi, beklenmedik bir hızla yayılıyor. İnsanlar, bu vicdan hareketinin arkasında duruyor.
Hükümetten Beklenen Adım Ne?
Protestocuların talebi net: Almanya, İsrail'e olan koşulsuz desteğini derhal gözden geçirmeli. Savaş suçlarına karşı uluslararası hukuku işletmek için somut adımlar atmalı. Diplomasi masasında insan hayatını merkeze alan bir dil benimsemeli.
Bu sadece bir dış politika eleştirisi değil. Bu, bir uyanış çağrısı. Sessiz kalanların sesi olma çabası. Ve belki de en önemlisi, savaşın gerçek mağdurlarının –yani çocukların– hatırlanması için atılmış bir adım.
Peki ya sonra? Kim bilir. Belki bu küçük grup, büyük bir dalganın sadece başlangıcıdır. Almanya'nın politik iklimi, bu tür sivil itaatsizlik eylemlerine alışkın değil, ama değişim her zaman bir avuç cesur insanla başlar. Tarih, bunun sayısız örneğiyle dolu.