
Dünya, adeta sessiz bir tsunamiyle karşı karşıya. Birleşmiş Milletler'in yayınladığı o son rapor, içimizi burkan gerçekleri gözler önüne seriyor. Rakamlar soğuk, ama anlattıkları hikaye buz gibi.
303 can. Bu, sadece bir istatistik değil. Her biri bir hikaye, bir aile, boş bir sandalye. Ve arkalarında, 741 milyon insan -inanması güç bir sayı- ciddi anlamda açlıkla pençeleşiyor. Sahi, bu ne demek oluyor? Sabah uyanıp "bugün ne yiyeceğiz" diye düşünmek değil bu. "Yiyecek bir şey bulabilecek miyiz" korkusunu yaşamak.
Krizin Anatomisi: Sadece İklim Değil, İnsan Eli
İşin trajik yanı şu ki, bu kriz sadece kuraklık veya doğal afetlerin sonucu değil. BM yetkilileri, durumu "derinden rahatsız edici" olarak nitelendiriyor - ki bu, diplomatik dilde "felaket" anlamına geliyor aslında. Çatışmalar, siyasi istikrarsızlıklar ve ekonomik çöküşler, bu korkunç tablonun baş aktörleri.
En çok etkilenen bölgelere baktığımızda, zaten hassas olan bölgelerin nasıl daha da kötüleştiğini görüyoruz. Afrika'nın belirli bölgeleri, Orta Doğu'daki çatışma alanları, Güney Asya'nın yoksul kesimleri... Durum o kadar vahim ki, bazı bölgelerde insanlar günde bir öğün yemeğe bile ulaşamıyor.
Peki Ya Çözüm? Uluslararası Toplum Ne Yapıyor?
BM acil yardım çağrısında bulundu, elbette. Fakat bu kriz, geçici yardım paketleriyle çözülecek gibi değil. Uzmanlar, sürdürülebilir tarım projeleri, iklime dayanıklı altyapı yatırımları ve -en önemlisi- siyasi irade gerektiğinin altını çiziyor.
Dünya Gıda Programı ve diğer insani yardım kuruluşları, imkânları zorluyor. Ancak kaynaklar sınırlı, ihtiyaçlar ise neredeyse sınırsız. Uluslararası toplumun bu konuda daha fazla adım atması gerektiği aşikar. Yoksa önümüzdeki aylarda bu rakamların daha da artması işten bile değil.
Son düşünce: Rakamlar unutulabilir, ama insanlık olarak bu görmezden gelme lüksümüz yok. 741 milyon insan, dünya nüfusunun neredeyse onda biri. Bu sadece bir haber değil, insanlık vicdanına bir sınav.