
New York'taki BM binasında dün akşam saatlerinde gerçekleşen olağanüstü oturum, Türkiye'nin diplomasi sahnesindeki ağırlığını bir kez daha hissettirdi. Sanki havada elektrik vardı—herkes Türk temsilcinin ağzından çıkacak sözleri bekliyordu.
Ve beklenen oldu. Türkiye'nin BM Daimi Temsilcisi, İsrail'in Gazze'de sürdürdüğü—ve artık insanlık suçu boyutlarına ulaşan—şiddet eylemlerine ilişkin uluslararası topluma üç maddelik bir çağrı yaptı. Bu çağrı, diplomasi dilindeki nezaketin arkasına saklanmış acil bir yardım çığlığıydı adeta.
Peki Nedir Bu Üç Kritik Mesaj?
İlki, İsrail'in derhal ve kayıtsız şartsız ateşkes ilan etmesi. İkincisi, uluslararası toplumun İsrail üzerindeki baskıyı artırması. Üçüncüsü ise—belki de en can alıcı olanı—Gazze'ye insani yardım koridorlarının acilen açılması.
Türk temsilcinin sözleri öyle sıradan diplomatik jargonla sınırlı kalmadı. "Artık yeter" dedi, "dünya bu zulme seyirci kalamaz." Cümleler keskin, bakışlar kararlıydı. Salondaki bazı delegelerin rahatsızca kıpırdandığını fark etmemek mümkün değildi.
Peki Ya Diğer Ülkelerin Tepkisi?
Bazı Batılı ülkeler—her zamanki gibi—dilencilik yaparcasına 'dengeli yaklaşım'dan bahsetmeye devam etti. Ama Türkiye'nin bu kez pes etmeye niyeti yoktu. Temsilci, "Dengeyi savunmak, mağduru ve zalimi aynı kefeye koymaktır" diyerek adeta çıkış yaptı.
Ortadoğu'nun kanayan yarası Gazze için verilen bu mücadele, Türk dış politikasının insan hakları konusundaki tavizsiz duruşunu bir kez daha gözler önüne serdi. Ve şunu söylemeden geçemeyeceğim: Bu, sadece bir devletin değil, tüm insanlığın vicdanının sesiydi.
Uluslararası toplumun bu çağrıya kulak verip vermeyeceği ise—maalesef—büyük bir soru işareti olarak kalmaya devam ediyor. Çünkü diplomasi bazen en güçlü silahların bile işe yaramadığı yerde çaresiz kalabiliyor.