
Günlerden bir gün, toprağa can veren ellerden biri daha ebediyete uğurlandı. Adı Doga'ydı. Belki de ismi gibi doğayla iç içe bir ömür sürdü. Ama onun hikayesi, sıradan bir doğa tutkunundan çok daha fazlasını anlatıyor.
Düz ovada güneşin ilk ışıklarıyla uyanan bu adam, bir yandan ağaçlarla konuşurken diğer yandan dev bir dozeri kullanmayı biliyordu. İşte bu çelişki değil mi? Hem nakış gibi işleyen eller, hem de tonlarca çeliği hareket ettiren kollar...
Çelik Canavarı ve Yeşilin Şairi
Sabahın köründe kalkar, belki de çoğumuzun yapamayacağı bir şey yapardı. Önce ormana gider, sonra dozerinin başına geçerdi. 'Makineyi sevmiyorum' diyenlere inat, onu bir sanat eserine dönüştürmüştü. Operatör koltuğunda otururken bile aklı yemyeşil ormanlardaydı.
Arkadaşları anlatıyor: 'Bir gün iş molasında, dozerin kepçesine çiçek ektiğini gördük! Kim yapar bunu?' diye gülümsüyorlar. İşte o an, bu adamın sıradan biri olmadığını anlamışlar.
Son Görev: Vatan Toprağı
Ne yazık ki kader, onu en sevdiği yerden -doğanın kucağından- alıp vatan savunmasına çağırdı. Terörle mücadelede görev yaparken şehadet mertebesine ulaştı. Ama bilin ki, son nefesinde bile aklında ormanları vardı.
Eşi gözyaşları içinde anlatıyor: 'Evdeki son gününde bile bahçedeki ağaçları suladı. Sanki vedalaşıyordu...' Bu sözler, yürekleri dağlıyor.
Toprağa Dönen Kahraman
Şimdi o, can verdiği topraklarda sonsuz uykusunda. Mezarının başında fidanlar yeşeriyor. Belki de doğa, ona minnettarlığını böyle gösteriyor. Bir ormancı ruhu, şimdi ebedi ormanında...
Bu hikaye bize ne mi anlatıyor? Belki de şu: Gerçek kahramanlar, hem sert hem yumuşak olmayı bilenlerdir. Hem çeliği eğip büken, hem de bir yaprağa zarar gelmesin diye titreyen yürekler...