
Tam da bugünlerde, Yargıtay'dan aile hukukunu derinden ilgilendiren bir karar yankılandı. Hukuk Genel Kurulu, belki de pek çok kişinin üzerinde düşünmediği bir ayrıntıya parmak bastı: Zinanın ne zaman işlendiği, boşanma davalarında kusur oranını belirlemede son derece belirleyici olabiliyor.
Nasıl mı? Şöyle ki; evlilik birliği devam ederken işlenen zina, evlilik öncesine kıyasla çok daha ağır bir kusur olarak kabul ediliyor. Karar, somut bir boşanma davası sırasında gündeme geldi. Taraflar arasındaki bağlar zaten epeyce zayıflamıştı. Davacı kadın, eşinin kendisini aldatmasını ve bu nedenle boşanmak istediğini belirtti. Erkek ise, evlilik öncesinde kadının da benzer bir ilişkisi olduğunu iddia ederek karşı çıktı.
Mahkeme süreci ilerledikçe, ilginç bir soru gündeme geldi: Peki, bu iki durum aynı mıydı? Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, kesinlikle aynı olmadığına hükmetti. Evlilik birliği sürerken yapılan aldatma, sadakat yükümlülüğünün çiğnenmesi anlamına geliyor. Bu da, hukuken daha fazla sorumluluk doğuruyor.
İşte bu noktada, Yargıtay'ın kararı netleşti: Evlilik öncesi yaşanan bir ilişki, elbette ki hoş karşılanmaz. Ancak, evlilik sırasında işlenen zina, aile birliğine verilen zarar açısından çok daha yıkıcı ve ağır bir kusur olarak değerlendirilmeli. Bu nedenle, tazminat ve nafaka gibi konularda da belirleyici olabiliyor.
Peki ya sonuç? Yargıtay, yerel mahkemenin kararını bu doğrultuda bozdu. Davayı yeniden görüşmek üzere ilgili mahkemeye gönderdi. Bu karar, benzer davalarda önemli bir emsal teşkil edecek gibi duruyor. Aile hukuku avukatları, bu gelişmeyi yakından takip ediyor. Sonuçta, ilişkiler karmaşık, hukuk ise her detayıyla hayatımızı şekillendiriyor.