
Kim derdi ki bir zamanlar balıkçı köylerinden oluşan bu topraklar, dünyanın en göz alıcı metropollerinden birine dönüşecek? İşte İstanbul – hem geçmişin izlerini taşıyan, hem de geleceğe kafa tutan bir şehir.
Zamanın İzinde Bir Yolculuk
Bizans'tan Osmanlı'ya, oradan modern Türkiye'ye... İstanbul adeta bir zaman makinesi gibi. Eski fotoğraflara baktığınızda, bugünkü yoğun trafiğin olduğu caddelerde at arabalarının dolaştığını görmek insanı şaşırtıyor. (Gerçekten de öyle!)
Galata Köprüsü'nün ilk hallerini hatırlayan var mı? Ya da Boğaz'ın iki yakasında yükselen gökdelenler yerine, uçsuz bucaksız yeşilliklerin olduğu günleri?
Değişmeyen Tek Şey: Ruh
Binalar değişti, yollar genişledi, ulaşım araçları farklılaştı. Ama İstanbul'un o eşsiz ruhu – hem Asya hem Avrupa'yı kucaklayan o büyülü havası – hiç bozulmadı. Sabahları martı sesleriyle uyanmak, akşamları Boğaz'da güneşin batışını izlemek hâlâ aynı.
- Tarihi yarımadanın daracık sokakları
- Balıkçı teknelerinin çıkardığı tatlı gıcırtılar
- Simitçilerin o meşhur sesleri: "Taze simit, sıcak sıcak!"
Bunlar değişmedi – ve umarız hiç değişmez.
Modern Çağın Getirdikleri
Metrolar, köprüler, havalimanları... Şehir büyüdükçe ihtiyaçlar da arttı. Kimisi "Eski İstanbul güzeldi" diye yakınıyor, kimisi ise bu değişimi kaçınılmaz görüyor. Peki ya siz? Nostalji mi, modernite mi?
Bir gerçek var ki o da şu: İstanbul her dönem kendini yenilemeyi bildi. 1500 yıllık Ayasofya'nın yanında yükselen devasa alışveriş merkezleri bile bu gerçeğin kanıtı.
Belki de İstanbul'un en büyük sihri bu – geçmişle geleceği aynı karede buluşturabilmek.