İskenderun'da dün öyle bir gün yaşandı ki, insan hakları aktivizminin sınırlarında gezinen bir gerilim filmi gibiydi adeta. Sumud Filosu'na mensup iki aktivist, adeta bir senaryonun içine düşmüşçesine savcılık koridorlarında kendi gerçeklerini anlatmak zorunda kaldı.
Olay şöyle gelişti: Dünyanın dört bir yanından gelen aktivistlerin oluşturduğu filo, İskenderun Limanı'na demir attığında her şey sıradan bir insani yardım operasyonu gibi görünüyordu. Ta ki, yetkililerin müdahalesi başlayana kadar.
Savunma Maratonu Başlıyor
İki aktivist -ki isimleri henüz tam olarak netleşmedi- saatler süren bir ifade verme sürecinden geçti. Ofisler, koridorlar, bekleyişler... Tüm bu süreç, insanın kendini bir bürokrasi labirentinde kaybolmuş gibi hissetmesine yetiyor da artıyor bile.
Avukatların yoğun mesaisi vardı - telefonlar susmuyor, dosyalar elden ele dolaşıyordu. "Hukuki süreç titizlikle işliyor" deniyor ama insanın aklına ister istemez şu soru takılıyor: Peki ya insani yardımın hukuku?
Uluslararası Yankılar
Olay kısa sürede sosyal medyada dalga dalga yayıldı. Destek mesajları, eleştiriler, sorgulamalar... Kimi "insani yardım engellenemez" diyordu, kimi "devletlerin güvenlik endişeleri var" diye ekliyordu. Ortada ise gerçek bir gri alan duruyor - tıpkı Akdeniz'in o bildiğimiz puslu suları gibi.
Sumud Filosu'nun bu seferki yolculuğu, aslında daha büyük bir hikayenin sadece bir parçası. İnsani krizler, uluslararası hukuk, devlet egemenlikleri derken, ortada insan hayatı diye bir gerçek var - ki bu da işin en can alıcı noktası.
Şimdi herkesin merakla beklediği soru şu: Bu ifadelerin ardından ne olacak? Aktiviste serbest mi kalacak yoksa yargılama süreci mi başlayacak? İskenderun'daki bu küçük liman, bir anda uluslararası diplomasinin odak noktası haline geldi.
Bir yanda insani yardım taşıdığını söyleyen aktivistler, diğer yanda prosedürleri uygulamak zorunda olan yetkililer... Ve ortada, çözülmeyi bekleyen insani bir bilmece. Dünya izliyor, Türkiye karar verecek.
